6 Şubat 2012 Pazartesi

'Hepsi Aynı Ya Sonunda...'

“Kaçıp evden uzaklara, şehre aylak aylak bakalım” dedi radyodaki ses, laptop muydu yoksa, Redd miydi, neydi!? Fark eder mi ki? Çok sorulu, az sorunlu ama sonuç olarak sorumlu bir kişilik kaldıysa geriye ne fark eder. Ulan ne güzel dökülüyorsunuz öyle dudaklarımdan diyebilir miyim ki, diğer yanımda iklim hala bulanık, gözlerimde haram uykunun verdiği mayışma varken. Ve soğuk , daha soğuk, çok soğuk geliyor birden , her parmak şangırtısında, meltemler esiyor eklemlerimin arasında, neden sonra, kalıyorum, sadece, orada, öylesine ve şimdi. Aklım, fikirlerle dolu; boşaltıyorsam şayet şimdi, nasıl dolacak bir kez daha diye dertleneyim mi? Yoksa yedekleme yaptığım siz kötüler, sizlerle yer değiştireyim mi, ne de olsa gün gelecek kederle olan ezeli rekabet ve ebedi dostluğumuz tam gaz hükmünü sürecek, ilelebet… Ne diyordum, soğuk sonra. Çok soğuk… Belki bu denli üşümezdi dışım, içimdeki tayfunları durdurabilseymişim , hem güzel de giyinmiştim, esmiyordu o denli oda iklimim. Belki kalburüstü bir romanın karakteri, dandirik duygusal bir şiirin ilham kaynağı, şurda yeni bara giren kızıl hatunun ilgi odağı, eh hiç olmadı bir ülken in kartopu oynayan cumhurbaşkanı olabilirmişim. Saçmalama pahalı ya, hem de ne pahalı! Burada, şu evde, bu devirde, saçmalama ya! Sen okuyorsan, biraz dikkat ediyorsan, kim siktir et, etmene de gerek yok aslında, sadece okusan da olur, birşeyler , yani duygu gibi kaptıysan kendi bünyende, o aslında işte, o kadar yani. Saçmalamışım yine ama en azından saçmalamışım, filtrelemeden, sansürlemeden, zincir vurmadan, serbest geçiş izni verdiysem belleğime, hafızam gizli tanık oluyorsa tüm bunlara, günü çattığında ifade vereceksem eğer , razıysam buna, razıysan hepsine , artık biliyorsun çünkü, çok da fark etmiyor demektir. Nesnel duyguları kapıp öznel hissiyatımıza ekliyoruz. Sonradan gelme, gelmeden alma, almadan verme, vermeden ölme, ölmeden de sevme. Çünkü o zaman zaten ölümsüz değilsin; yani ölüyorsun bir daha ölmek için diriliyorsun, cehennem ateşi yeryüzünde fink atıyor ve sen her seferinde yeniden ölüyorsun. Fark etmiyor yani, kaçarın yok. Her ne kadar kaçtığın yer, ulaştığın yer olduysa, bir o kadar kaçış yönünü kendin belirliyorsundur. Kaçmaya koşullanıp, kaçmak istemiyorsun dur. Kürkçü dükkanı, tilkiler için kaçıp koştuğu yerdir. Peki, bizim ne işimiz var? Dön baba gidelim demek bu kadar mı zor? Ne bileyim hani farklı bir çıkış yolu olmalı! Senin de için içini yiyor, hissediyorum ama kaçıp gidemiyorsun, kaçmıyorsun, sadece koşuyorsun ve koşarken gördüğün her tabela kaçtığın yere yönlendiriyor ve sen bir kez daha dükkana gidiyorsun, kimi zaman sen zaten dükkana yeniden dönmek için kaçıyorsun, hani olur da özler diye, tazeleme yapıyorsun. Ben de öyle belki veya götleğin tekiyimdir. Fark etmiyor yani, kaçtığın yer koştuğun yerle aynıysa.
Gidemiyorsan, kalamıyorsundur. Kalamıyorsan, bari yok olmayı dene, belki bir hiçlikte varlık, karanlıkta ufak bir aydınlık, sensizlikte bir benlik bulmak mümkündür. Gerçi fark eder mi ki , hepsi aynı ya sonunda…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder